Enerjinin formlarından ses, onu kolayca toplayacak ideal bir yapı olan kulağın içine girip karmaşık bir yoldan geçerek kulak zarına çarpar ve beyin korteksinde kimyasal olarak depolanmış biyo-elektrik sinyallere dönüşür. Bu süreç tamamen biyokimyasaldır. Oysa bizim duyduğumuz, bize göre sestir. Bu oluşum kafamın içinde nerede oluşmaktadır? Yani sürecin içinde her ne oluyorsa olsun insan için sonuçta kafasının içinde duyduğu bir ses vardır. Belki de buna his demeliyiz. Aynı soruyu görüntü ve koku için de sorabiliriz. Bilgisayarla yaptığımız onca işlem sayısal bir dile dayanırken beynin dili nedir?
İnsan yaşamı iç dünyasında hazırlayıp dışa yansıtırken, tüm bunlar muhteşem bir hızda gerçekleşir. Bir keman sesi duyduğumuzda eğer daha önce işitme odacığımızda keman tınısı kayıtlı ise hafızanın da yardımı ile ve son derece kısa bir sürede onu tanırız ve daha önce keman tınısı hangi duygusal ortamla beraber hafızaya kayıtlandıysa o yapıya bürünürüz. Aslında yaşam hiçbir zaman tekdüze olmadı. Bir kurşun kalem gördüğümüzde dahi onun hakkında ve kurşun kalemlerle yaşadığımız süreçlerin kayıtlarından yola çıkarak duygulanır (pozitif-negatif) hikayelerimizi hatırlar, yeni hikayeler yazarız. Eğer yaşama daha materyalist bir açıdan yanaşmışsak o zaman da kalemi gördüğümüzde hemen tepki veririz. İnsanların kitaplardan kaçmaları, matematik dersinin sevilmemesi, ani duygusal değişimler vs…Hafıza herhangi bir şeyi tek başına değil, bulunduğu ortamla birlikte kaydeder . Bir müzik parçası sadece müzik olarak değil onu dinlerken içinde bulunduğumuz bütünsel ortamla beraber hafızaya kaydolur. Bizler şuan baskısından dolayı hep geçmişe bakarak rahatladığımızdan geçmişe ait bir müzik duyduğumuz da bir rahatlama yaşarız. Bu gün bu keşfedilerek bazı insanlara para kazandırmaktadır. (nostalji adı altında veya eski bir müziği tekrar düzenleyerek)
Şimdi daha ilginç bir soru sorabiliriz; Hidrojen, azot, karbon, oksijen vb. gibi elementlerin durağan atomlarının hangisi kafamın içinde ses, görüntü, koku, his, tat üretecek kadar akıllı hale gelebilir. Üstelik sesler, düşünceler, çeşitli kokular, görüntüler hafızada saklanır ama içeriğinin kimyası ve hangi zihnin bunu kodladığı ortada yoktur. Eğer tüm duyularımızın algıladığı olaylar gerçekse, herhangi bir insanın hafızasını bulup ortadan yardığımızda, içinden görüntüler-sesler-kokular-hisler dışarı fışkırmalımıdır. Kauçuk bir topu duvara fırlattığımızda oluşan ses dalgalarına karşı kulağımızda oluşan benzer nöral sinyallerin ses olarak tercüme edilmesi beynin ne kadar usta olduğunu gösterdiği kadar kendi dışında mucize arayan insana bir kulak küpesi olabilir.
Bu arada değinmeden geçilmeyecek bir konuda sinir hatlarının bazen yanlış merkezlere sinyal göndermesi ile oluşan seslerin görülmesi, görüntülerin duyulması durumudur. Mesela bir yumruk yeme ile oluşan yıldızlar, yumruğun retinadaki sinir uçlarını harekete geçirerek, beynin sinyalleri acı olarak yorumlayan bölümü yerine görüntü merkezine gitmesinden dolayı oluşur.
Şimdi bir de nasıl işittiğimize bakalım. Titreşen hava moleküllerinden oluşan ses dalgaları timpanik zarı (kulak zarı) etkiler, titreşimleri tüylerle kaplı olan sıvı dolu kanallara gönderen ve üç küçük kemikten oluşan bir yapıyı harekete geçirir. Kanaldaki tüyler nakledilen ses dalgasındaki basınç farklılıklarına tepki gösterirler. Bu hareketlilik talamusa doğru yola çıkan elektromanyetik sinyalleri harekete geçirir. Buradaki en ilginç durum kanallardaki 20000 tüyün tepki verme hızıdır.Orta kanal saniyede 256 (do) devirle, üst kanal saniyede 512 (do) devirle bunun üstündeki kanal 1024 (do) devirle titreşir. Bunlar çok yüksek tepki hızlarıdır. Kulak bu şekilde seslerin ayrımlarını yapar. Müzikle uğraşan kişi, konsantrasyonu duyum üzerine yoğunlaştığı için bu farklı hızları daha hassas, ayrıntılı biçimde kullanır.
Duygularımızın yoğunlaştığı bir anı düşünelim. Düşüneceğimiz an yada şuan içinde duygulansak bile, tüm bu havayı oluşturan etkjiler geçmişte kayıtlanmıştır. Geçmiş zaman içindekiler harekete geçer. Şuan duygulanmak geçmişin kayıtlarını hatırlamak, hareketlendirmektir.
Müzik yada ses duyduğumuzda, geçmişte hafızamıza kaydettiğimiz bilgileri tararız. duyduğumuzun geçmişteki benzerlerini arar, onları hareketlendiririz. Duyduğumuzun içindeki herhangi bir unsur (bir enstruman sesi, sözler, bir ritm, bir sessizlik anı vs..) geçmiş kayıtlardaki herhangi bir unsurla benzeşirse duyduğumuza yakınlaşır, onu beğenmeye başlarız. İnsan duyduğu ses yada ses yığınlarının tamamına bakmaz, onu ayrıştırır.
Dinleme lineer (doğrusal) dir. Bir ses kaynağını dinlerken diğer sesleri sadece duyarız. Yaşadığımız çevrede sessizlik dediğimiz ortam bile aslında seslidir. İnsan birçok sesin içinde hangisine odaklanırsa onu dinler, diğerlerini duyar hatta duyma sınırlarının dışındakilerini de hisseder.
Ancak Dünya yaşamında duyduğumuz tüm sesler bileşik seslerdir. (diapozon ve osilatörden üretilen ses hariç) İnsan kulağı herhangi bir sesin ortalama altı-yedi bileşkesinin oluşturduğu tek tınıyı duyar ve buna göre davranır. Burada davranır demek pek de yanlış olmaz çünkü ses yada akustik, müzik fiziği gibi konuları sadece kulakla ilişkilendirmek bütünselliği bozar. Beynin içindekilerle dışındakiler arasında fark vardır. Ses diye etiketlediğimiz form ne kadar duyduğumuzu iddia etsek de kulağa geldiği andan itibaren sessiz bir sinyale dönüşür demek yaşam bütünselliği adına bize yol verir.
Ses ya da benzer başka bir konuda daha bilimsel sonuçlar bulsak, yazılar okusak, daha ileri bilgilere sahip olsak dahi tüm süreç kişisel olduğundan ilerleme düşlendiği kadar olmaz. Yani standart insana duyumla ilgili ne anlatırsak anlatalım o yine kendi bildiğini duyar. İşte en önemlisi de budur. Ses kelimesi bir şey anlatan etiket ve aslında algılamak için karşılığını beynin ürettiği bir eylemdir ve bunu kavrayarak hayatla ilgili önemli aşamalar kaydedebilecek iken insan hala sabit bir fikirlilikle duyduğunu gerçek sanır, ona kapılır.
İnsanın sesle ilişkisi, müzik dinlemek, etraftaki sesleri duymak kadar basit değildir.
Pingback: bilgi fihrist | SHARE